Çocukluğunuzun elinden tuttunuz mu hiç?


İngiltere’deki iki haftalık Paskalya okul tatilinde ailece İstanbul’a gittik. Uzun zamandır görmeyi istediğim bir yerdi İstanbul Oyuncak Müzesi. Göztepe’ye geldiğimizde sorduğumuz herkes biliyordu yerini. Bize özgü bir gülümseme ve misafirperverlikle gösterdiler.

“Dümdüz aşağıya inin, Deniz Bank’ın solundan girin, direk yürüyün sonra ilk soldaki sokak” dediler. Biz de öyle yaptık. Birdenbire gözümüze üç zürafa çarptı. Bir tanesi gümüş, diğer ikisi altın renkliydi. Bembeyaz bir köşkün önünde duruyorlardı. Adeta korumalarıydı bu masal köşkünün onlar…

Dışarıdan şöyle bir baktık önce. İçimde garip bir sevinç ve heyecanla çocuklara “ İşte geldik, burası” dedim. Bir yandan da onların heyecanlandıklarını görebiliyordum.

Giriş ücretini ödedikten sonra birinci kattan başlayarak bir masal dünyasına girdik. Kendimi Alice Harikalar Diyarı’ndaki, Alice gibi hissettim. Anadolu ve Kapadokya bebekleri, Karagöz ve Hacivat oyunlarının perde üzerindeki diğer kahramanlarının resimleri, tavandan sarkan kuklalar beni çocukluğuma götürdü.

Baktığımız her vitrinde kendimden ve tarihten tanıdık yüzler ve figürler benimle dansediyorlardı. Sahip olduğum ilk oyuncak bebeğimi hatırladım. Teyzemin bana on yaşındayken, Almanya’dan hediye getirdiği bebeğe ‘Yasemin’ ismini vermiştim. Yürüyen ve konuşan bu bebek kırıldığı zaman o kadar üzülmüştüm ki…Şimdi kızımın isminin ‘Yasemin’ olması bir rastlantı değil elbette. Kızıma da anlattım bu hikayeyi. Ona özgü bir duyarlılıkla “Merak etme anne, ben kırılmam” diye cevap verdi bana.

Müzeyi gezerken duvardaki resimlerin de herbirinin başka bir hikaye anlattığını gördüm. Kimisi çocuk hüznünü, kimisi de film afişlerindeki kahramanların cesaretini gösteriyordu.

Bir vitrindeki oyuncakları gördüğümde her nedense gözlerim doldu. Yanında şöyle yazıyordu;

İstanbul’da çocuklar sünnet olmadan ve okullar açılmadan önce Eyüp Sultan Camisi’ne getirilirdi. Bu yüzden caminin yanında oyuncakçılar boy göstermeye başladı. Son Eyüp oyuncakçısı 1950’li yıllarda kapanmıştır. Elindeki tahta oyuncağı boyayan öğrenci ise Müjdat Gezen’i canlandırmaktadır. Sanatçı İstanbul’un Fatih semtinde geçen çocukluk yıllarında oyuncak yapımcısı Ömer Deniz’in yanında çıraklık yapmıştır. Sanatçının ilk oyuncakları da Ömer Deniz’in yapmış olduğu kuklalardır.

Sanırım beni bu kadar etkileyen şey, o zamanlarda bir çocuğun bir oyuncağa sahip olmak için, önce onu kendi elleriyle yapması gerekliliği idi. Şimdilerde çocuklar oyuncaklarının değerini neyazıkki pek bilmiyorlar. Çünkü çok fazla beklemeden ve bir emek sarfetmeden bir oyuncağa sahip oluyorlar, bu nedenle de kırıldığı zaman üzülmüyorlar bile.

İkinci ya da üçüncü katta idi sanıyorum, birdenbire tanıdık bir ses duydum. Kendi kendime “Ben bu sesi daha önce duydum, ama olamaz, benzettim herhalde” diyordum ki, aniden gördüm onu. Evet, oydu. Sohbetlerini TV8’den çok severek izlediğim ve takdir ettiğim yazar ve şair Sunay Akın yanında biri bey, diğeri bayan iki kişi ile konuşuyordu.

Hemen yanına gidip kendimi ve kızımı tanıttım. Bize çok sıcak bir sevecenlikle yaklaştı ve konuştu. Öğretmen olduğumu söyleyince bana “Senin öğrencilerin Kapadokya bebeklerini ve Anadolu oyuncaklarını daha çok severler” deyip, bizim için resimler çekti. Şansımıza inanamıyordum. Müzenin kitapçıklarını çocuklarım ve öğrencilerim için imzaladı. Kendisi ile resim de çektirdik.

Orada satılan kitaplarından ‘Kırdığımız Oyuncaklar’ isimli kitabını alıp, imzalattım. Bu benim için unutulmaz bir anı olacak.

Herkesin görebilmesini, daha da iyisi her şehirde bir oyuncak müzesi açılmasını diliyorum. Çocuklarımıza kendilerini görebilecekleri, zaman içinde yolculuğa çıkabilecekleri ve çok şey öğrenirken, kendi oyuncaklarının da değerini bilecekleri bir ortam oyuncak müzesi.

Yazımın başlığı Sunay Akın’ın bir sözünden alıntıdır. O bir söyleşisinde “Anneler ve babalar, bu müzeyi gezdikleri zaman, bir elleriyle çocuklarını diğer elleriyle de çocukluklarını tutuyorlar” diyordu.

Bu çok doğru. Kendi çocukluğumun elinden tutup, ona hayatta bir umut daha veren Sunay Akın’a ailem ve öğrencilerim adına yürekler dolusu sevgi ve teşekkürlerimi gönderiyorum.